Cumartesi, Aralık 08, 2007

Marka İsimlerinin Kökenleri

Ülkemizdeki bazı ünlü markalar isimleri nedeniyle yabancı marka oldukları izlenimini vermekte. Bunlara en iyi örnek Rodi, Yumatu, Mudo gibi markalar. Aslında bunların isimleri genelde bazı kısaltmalar. Bunun yanısıra, bazı markaların gerçekten ilginç hikayeleri oluyor. İşte bunlardan bazıları:

  • Vakko: Vitali ve Alber Hakko kardeşlerin isimlerinin baş harfleri ve Hakko soyadının “kko” kısmının birleştirmesiyle oluşan bir marka.
  • DYO: DYO adı, Durmuş Yaşar ve Oğulları Boya ve Vernik Fabrikaları A.Ş.'nin kısaltılmışıdır. 1954 yılında kurulan DYO, Yaşar Holding Boya Grubu'nun ilk boya fabrikası.
  • KVK: K.V.K, Mehmet Emin Karamehmet, Murat Vargı ve Osman Kavala'nın soyadlarının baş harflerinin bir araya gelmesiyle oluştu.
  • YUMATU: Yusuf, Mahmut ve Tuncer kardeşlerin isimlerinin ilk hecelerinin bir araya getirilerek oluşturuldu.
  • Rodi: Ramazanoğulları Dikimevi.
  • Mudo: Mustafa taviloğlu ve doğan gürün tarafından, isimlerinin ilk iki harfleri birleştirilerek kurulmuştur.
  • Akbank: Sabancı ailesinin geçmişi, Hacı Sabancı'nın memleketi Kayseri'ye uzanıyor. Aile iş dünyasındaki başarıyıysa Adana'da yakaladı. Adana ve Kayseri'nin baş harfleri birleştirilerek 1959'da Akbank kuruldu.
  • ENKA: Enişte ve kayınbirader unvanlarının ilk heceleri birleştirilerek oluşturulmuş. Enişte Şarık Tara, kayınbirader de Sadi Gülçelik.
  • Beymen: Boyner Grubu'na ait Beymen, Türkçe’deki “bey” ile küresel bir kimlik kazanmak için İngilizce’de “adamlar” anlamına gelen "men" kelimelerinin birleştirmesiyle oluşturulmuş.
  • Mercedes: 1897 yılında Fransa'nın Nice kentinde yaşayan Avusturyalı tüccar ve Avusturya Nice Başkonsolosu Emil Jellinek, Daimler fabrikasını ziyaret ederek bir otomobil satın aldı. Uluslararası finans dünyası ve aristokrasi ile iyi ilişkiler içinde olan Jellinek, Daimler otomobili ile Fransız Riviera'sında büyük ilgi topladı. Daha sonra Jelinek 1899'da 23 beygir gücünde motorla donatılmış bir Daimler yarış otomobiline büyük kızı Mercedes 'in adını vererek bu araçla Nice'de bir yarışa katıldı ve birinci oldu. Bu başandan sonra Jelinek, Daimler fabrikasına 36 otomobil sipariş verdi ve bu araçların "Mercedes" adını taşımalarını şart koştu. (Mercedes İspanyolca konuşulan ülkelerde kullanılan bir kadın ismidir. İspanyolca anlamı ise “Mars” gezegenidir.)

Çarşamba, Aralık 05, 2007

Bilmek ve Hazmetmek

Bir şeyi bilmek... Ve onu hazmetmek.

Bunlar farklı şeyler.

Bir şeyleri bilirsiniz, ama onu yeri geldiğinde savunamazsınız. Ya da, bildiğiniz halde aksine hareket edersiniz. Ya da planlarınızı ona göre yapmaz, o duruma göre tedbir almazsınız.

İşte bilip de hazmetmemek, hazmedememek öyle bir şey.

Hazmedemediğiniz bilginin size genel olarak bir faydası da yoktur. Çünkü, davranışlarınızı ve hareketlerinizi etkilemeyen bilgi, ancak kağıt üzerindeki bilgi kadar kıymetlidir. Mevcuttur, ama bir işe yaramaz.

Bir çok insan için okulda edinilen bilgilerin çoğu böyledir. Yanlış öğretildiğinden ve yanlış öğrenildiğinden.

Hayat deneyimleri de böyledir. Başınıza gelenden ders alamazsanız, aynı şeyler başınıza tekrar tekrar gelir. Deneyim, hazmedilenlerin toplamıdır aslında. Dolayısıyla, deneyim yıl ile ölçülebilir bir şey de değildir esas olarak. Süre, faktörlerden yalnızca biridir.

Bir şeyleri hazmetmek, durumları doğru değerlendirmek için insan zaman zaman günlük hayatın telaşından sıyrılıp, düşünmelidir. Düşünmelidir ki olanları, bitenleri iyi anlasın. Düşünmelidir ki, durumları iyi değerlendirsin. Düşünmelidir ki, bildiklerini iyice hazmetsin.


Perşembe, Kasım 08, 2007

Salı, Ekim 16, 2007

Ermenilerin Soykırımı Kabul Ettirme Çabası

Bugünlerde yine ermeni soykırımı safsatalarıyla Türkiyem boğuşa dursun bu konuda ermeni diasporasına ABD’nin saygın gazetelerinden Washington Post’un yazarı Fred Hiatt'dan haklı bir tepki geldi.

Fred Hiatt, ABD’deki Ermeni Diasporasının, geçtiğimiz Çarşamba günü Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde Ermeni Soykırımı yasa tasarısını geçirmek için sarfettiği çabayı eleştirdi.

Diasporanın, Ermeni ‘soykırımı’nın ABD Temsilciler Meclisi tarafından tanınmasını insan hakları açısından elzem gördüğünü anlatan Hiatt, bugün Ermenistan’da insan haklarının çok da iyi durumda olmadığını yazdı. Dünya çapında demokrasiyi ve insan haklarını korumak için kurulan sivil toplum örgütü Freedom House’ın raporlarına atıfta bulunuan Hiatt, kuruluşun 1996 yılından beri Ermenistan’da yapılan seçimlerin şeffaflığından emin olmadığını da belirtti.

Hiatt yazısında şu yoruma da yer verdi: “Ermeni Diasporası, yüzyıl önce yaşanan Ermeni ‘soykırımı’nın Kongre’de tanınması için çalıştığı kadar, Ermenistan’ın demokrasisi için çalışsaydı, bugün neler olurdu hayal edin. O zaman Modern Ermenistan, belki modern Türkiye kadar demokratik olabilirdi.”

Hiatt, yazısını “Diaspora geçen Çarşamba çalıştığı kadar çalışsaydı, Ermenistan’da 3 milyon kişi daha az fakir ve daha fazla özgür olurdu” yorumuyla bitirdi.

Kaynak: NTVMSNBC

Çarşamba, Ekim 10, 2007

Şubat ayı neden 28 gün çeker

Şubat ayının 28-29 çekmesinin nedeni, eski zamanlarda uzun süre Şubat ayının yılın son ayı olması ve gerekli düzenlemelerin bu son ayın günleri üzerinde yapılmasıdır. Eski zamanlarda tarıma verilen önem nedeniyle yılın ilk ayı Mart, son ayı ise Şubat'tı. Sonraları hristiyan dünyasının etkisiyle yılın ilk ayı Ocak olarak değiştirildi.

Şubat ayının diğerlerinden daha az güne sahip olması ile ilgili şöyle de bir hikaye anlatılır. Bir dönem özel ismi olmayan aylara Roma imparatorlarının isimleri verilmeye başlanmış ( June, July, August ) Ağustos ayına adını veren imparator Agustus benim ayımın gün sayısı Julius’unkinden az olamaz deyince yılın son ayından bir gün alınıp 30 gün olan Ağustos’a eklenmiş.

Bu arada bu ayların günlerininin 28 ila 31 gün arasında değişip durmasına kıl olanlar için ek bir not. 1929 yılında Sovyetler Birliği, her ayın 30 gün çektiği ve kalan beş ya da altı günün hiçbir aya ait olmayan tatil günleri olarak belirtildiği devrimsel bir takvimi hayata geçirdi. 1930 ve 1931 yıllarında Şubat ayı 30 gün çekmekteydi, ama 1932 yılında, aylar normal uzunluklarına geri döndürüldü.


Türkçede kullandığımız gün isimlerinin kökenleri

Farsça yedi 'heft' dir (veya hefte). Yedi günlük 'hafta' ismi de buradan alınmıştır.

Halen Türkçe'de kullandığımız gün isimlerinin kökenleri ise şöyledir:
  • pazar: farsça bazar. pazar’ın kurulduğu gün.
  • pazartesi: pazar’ın ertesi günü
  • salı: ibranice salis (üç)’ten, haftanın üçüncü gününe denk gelen gün.
  • çarşamba: farsça cehar-şenbe (dördüncü gün, cehar: dört, şenbe:gün)
  • perşembe: farsça penç-şenbe (beşinci gün, penç: beş, şenbe gün)’den
  • cuma: arapça cem’den cuma (toplanma, toplantı anlamında) islam dininin doğuşundan sonra müslümanların haftada bir toplanıp toplum işlerini görüştüğü, birlikte ibadet ettiği toplanma günü.
  • cumartesi: cuma’nın ertesi günü.

Şehitin Vasiyeti

ŞIRNAK Gabar Dağı'nda PKK'lı teröristlerin pusuya düşürüp şehit ettiği 13 askerden 20 yaşındaki Erzurumlu Onbaşı Şükrü Karataş'ın son mektubuyla gönderdiği fotoğrafındaki ‘vasiyet’ adlı komando şiiri yine yürek dağladı. İşte o şiir:


Vasiyet

Olur ya bir çatışmada ölürsem
Arkamdan yas tutmayın
Bırakın toprağımda rahat uyuyayım

Bedenimden elbisemi çıkarmayın
Onlar benim gururumdur
Ölünce kefenim olacak

Başımdan beremi çıkarmayın
O benim şanım şerefim olacak

Ayağımdan botları çıkarmayın
Onlar nice yollar aşacak
Sırat köprüsünden geçecek

Elimden tüfeğimi almayın
O benim namusumdur
Mezarıma sembol olacak

Yaramın kanını silmeyin
Ahirette hesabı sorulacak

Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın
O benim madalyam olacak


Kaynak: Hürriyet

Pazar, Eylül 23, 2007

Türbandan korkanlara açık mektup

Türban ( ya da başörtüsü) tartışmalarına farklı bir bakış açısı:

Evet, Toplumsal algının bütünlüğü adına türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını savunuyoruz doğru. Ama hepsi bu kadar değil. Farklı boyutları var. aynı inanca sahip erkekler rahatça okurken, türbanlı kızların siyasi simge denilerek kapılardan çevrilmesini, evlerine hapsedilmesini, meslek sahibi olamamasını alkışlamak mümkün değil. Evet, insan hakları ihlali söz konusu. Cinsiyet ayrımcılığı da cabası. Elbette hak ve adalet duygumuz da zedeleniyor.Diyorsunuz ki: "Türban serbest bırakılırsa, türbanlılar Müslüman değil misiniz gerekçesiyle başı açıkları üniversiteye almayacak." Böylesine kesin bir veri bu sizin için. İddia bile değil. İnfaz. İnsanın iç dünyasının, kalbinde olanın hükmünü vermek kimseye düşmezken, o insanın niyetini okumakla kalmayıp koskoca bir topluluğu bir genellemeye indirgiyorsunuz. Dünyaya hangi tanımlarla esir düştüğünüzü görmüyor musunuz? Tanımadığınız biri için yaptığınız her tanım öncelikle sizi kendi dünyanıza hapsediyor. Öte yandan "türban serbest olursa başı açıklara mahalle baskısı uygulanacak, yakında türbansız öğrenci kalmayabilir" derken, bizzat sizin bu hükmünüz 'mahalle baskısı'ndan çok daha öte bir baskı oluşturmuyor mu? Tam da sivil bir anayasa hazırlandığı şu günlerde?

(......)

Kamusal alan diye yaptığınız tutarsız tariflerin hiçbir yaşam pratiği olmadığı halde (sağlık kuruluşu veya sokaklar bir kamusal alan değilken yüksek eğitim kuruluşları veya Meclis olabiliyor), siyaset bilimine ait çoğulcu bir tanımı, sosyolojinin tüm imkânlarını inkâr ederek kendi dağarcığınıza uygun olarak yeniden ürettiniz. Kamusal alan bu ülkede bir avuç seçkincinin 'özel mülkiyeti' midir? Sadece size ait bir yaşam algısında, size benzedikleri oranda var olma hakkı tanıdığınız insanlardan daha ne kadar soyutlanacaksınız? Sizin gibi olanlar mı siyaset yapmaya, okuyup 'adam' olmaya layıktır? Öteki ile kamusal alanda beraber olmayacaksanız nerede olacaksınız ki?

"Türbanlılar gelip başı açıkları da kapatacak" diyorsunuz. Mesela bunu nasıl yapacaklar hiç düşündünüz mü? Bir totaliter devlet kurmaksızın, ellerine silah almaksızın, teker teker türbanlılar bunu nasıl yapacaklar? Bir zamanlar sizin onları açmak için kurduğunuz ikna odalarına sizi soksalar inandırıcı olur muydu? Bazı türbanlı öğrenciler bir araya gelip çete mi kuracaklar, organize suç örgütü mü oluşturacaklar sizi zorla kapatmak için? Anayasa maddelerini bir bir çiğnerken de yargı mercii müdahale etmeyecek mi onlara? Bu ülkede askerî darbe olasılığı, türbanlıların başı açıkları zorla kapatmasından daha mı düşüktür, daha mı yüksek?

Türbanlıların bireysel baskı uygulayarak açıkları örteceğinden korkmak, İslam'a ait en basit terminolojiden bihaber olmaktır. Öte yandan bu nasıl bir niyet okumadır ki? Eğer peşin hüküm ve önyargılar bir insanın gelecekte nasıl davranacağına dair yeterli bir veri oluştursaydı, birbirimizi tanımak, anlamaya çalışmak, ilgi duymak, ilişki kurmak gibi insani yaklaşımlara gerek kalmazdı. Peşin hüküm kaskatı bir yumaktır ve insanı tek bir zaman kipinde taşlaştırır. Onun iradesini, kaderini, arzularını, değişim ve dönüşümlerini, hayallerini elinden alır. Onu kaba bir genellemeye indirger. Kaba genellemeler kısa yoldan bizi her zaman haklı olmaya, hakkı hep kendimize atfetmeye götürür. Haksızlığı ise hep öteki'ne mal ederiz. Bunun adı her dilde faşizmdir. Hakkı salt güçlü olana atfetmek, adalet duygunuzu zedelemiyor mu?

"Başörtüsü ninelerimizden beri takılıyor kimse de karışmıyordu, hiçbir sorun da olmuyordu" diyorsunuz. İstiyorsunuz ki, moda diye bir kavram sadece sizin giyinme biçiminizi değiştirsin, yalnızca sizin için etek boyları, pantolon paçaları genişlesin, darlaşsın, ama başkaları seksen yıl öncesinin giyinme biçimiyle kendini ifade etmeye çalışsın. Bu mudur hak? İhtiyarlardan daha iyi bildiğiniz şeyler sizin icatlarınızdır. Ruhu siz icat etmediniz. Ne de bu dünyayı. Suyu, toprağı, ateşi burada buldunuz yalnızca. Unutuyorsunuz. Hep 'dogma dünya' olsun istiyorsunuz. Kendi yarattığınız putlara taptığınız, kendi vehimlerinizi çoğalttığınız, salt kendi doğrularınızı 'evrensel değer' diye kutsamaya kalktığınız o dogma dünyada başkalarının ruhuna neden acaba sığdıramıyorsunuz takma kanatlarınızı? Haykırıyorsunuz şimdi. Etek boylarında, göğüs dekoltelerinde sizin ölçütlerinize endeksli mutlak bir uzlaşı sağlansın istiyorsunuz. Cumhuriyetin en temel kazanımları sizin algınızda tektip bir kadın görüntüsüne hapsolsun. Hep böyle kalsın. Bunun için mi kazandık Kurtuluş Savaşı'nı tesettürlülerle, hocalarla, imamlarla hep beraber? Ve şimdi sizin zihin ve kalplerimizde keskin bir bıçak darbesiyle bizleri iki cepheye ayırma çabanıza rağmen sabırla yaşatmaya çalışıyoruz cumhuriyeti, 'bütün' kalmaya çalışıyoruz vesselam.


Leyla İpekçi - Zaman


Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi dekanı Prof. Dr. Metin Heper'in bu konu hakkındaki bir notu:

Türkiye'nin en saygın siyaset bilimcilerinden Prof. Dr. Metin Heper, ülkedeki hoşgörü ortamının geliştiğine dikkat çekiyor. Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi dekanlığını da yürüten Heper, "Herkesin oturduğu yerden birtakım tahminlerde bulunması yanlış. 37 senedir üniversitelerde ders veriyorum, türban takan kızların takmayanlara baskı uyguladığına şahit olmadım." diyor. 'Mahalle baskısı' korkularının halka uzak olmaktan kaynaklandığını belirtiyor. Münferit olayları, toplumun geneline mal etmenin yanlış olduğunu vurguluyor. İddiaların gerçekliğini anlayabilmek için geçmişe bakmak gerektiğini anlatan Heper, "Bir grup belli şekilde hareket edip diğer grubu baskı altına aldı mı?" sorusunu yöneltiyor. 1980 öncesinde sağ ve sol kesimlerin birbirine tahammül edemediğini dile getiren Heper'e göre, 80'den sonra çok şey değişti.

Sağ ve soldan çok daha hassas olan din konusunda da toplum büyük bir hoşgörü kazandı. Bunun örneklerini öğrencilerinde de gördüğünü kaydeden Heper, 'mahalle baskısı' iddialarının yersizliğini şöyle açıklıyor: "Çok değişik kıyafette öğrencilerimiz birlikte arkadaşlık edip ders çalışıyor. Türban yasak; ama onun yerine şapka giyiyor öğrenciler. Örtünmeyen öğrencilerimiz başını şapkayla kapatanların türban takmak istediğini biliyor. Ama buna karşın hiçbir tepki göstermiyorlar. Benim kanaatim, şu anda şapkayla başını kapatan öğrenciler başörtüsüyle kapatsalar da açık öğrencilere baskı uygulamaz."

Salı, Eylül 11, 2007

Sevginin ve değerin ölçüsü

"Gelecek" dedim.. "Siz girin, ben beklerim.." Saat iki buçuğu geçiyordu, sinemanın önünde bir taksi durdu.. İçinden nefes nefese, Orta Doğulu indi..

"Kusura bakma geç kaldım" dedi.. "Öğleden sonra final sınavım vardı. Bu sınava raporsuz girmezsek, dönem hakkım yanar. Bu yüzden girdim. Kağıdın altını hemen bomboş imzalayıp verdim.. Fırladım, taksiye koşarken ayağım burkuldu, topuğum kırıldı.. Yurda gidip ayakkabımı değiştirmek zorunda kaldım. Bu yüzden geciktim.." Sonra kulağıma eğildi..

"Ama ne kadar geç kalırsam kalayım, kapıda beni bekleyeceğini biliyordum" dedi..

"Ben de geleceğini biliyordum" dedim, elini elimin içinde sıkarken..
Sevginin en yüce yanıdır, inanmak.. Ama ben başka şey anlatmak istiyorum, bugün.. İnsanları, ne kadar seviyoruz.. Onlara ne kadar değer veriyoruz.. Bunun bir tek şaşmaz ölçeği var.. Günlük hayatımızdaki önceliklerdeki yeri? "Hadi sen de gel" dediğimde "Sınavım var, gelemem" diyebilirdi, Orta Doğulu.. Kimse de bir şey diyemezdi. Öyle demedi..

"Senin için her şeyi yaparım" dedi.. Benimle herhangi bir gün, herhangi bir saatte gidebileceği o sinemaya, sırf ben o gün istiyorum diye, o gün gidebilmek için, sınavdan "sıfır" almaya razı oldu.

Şimdi bir de herkesin günlük yaşantısında her zaman rastlanan başka örneklere bakın.. "Sevgilim, sana tapıyorum. Bugün buluşmayı çok isterdim ama, berberden randevu almıştım.." "Alo, darling.. Bu gece seninle buluşacaktık ya.. Bir kız arkadaşım boy frendi ile bozuşmuş. Onu teselli etmem gerek. Beni affet!" "Hayatım, sen bir tanesin. Ama yarın buluşamayız.. Galatasaray'ın maçı var.." Listeyi sabaha kadar uzatabilirsiniz..

Şimdi, bir düşünün.. Hem size ileri sürülen özürlere.. Hem sizin ileri sürdüklerinize.. Kimi, neleri tercih ediyorsunuz, kimlere.. Ve siz nelere tercih ediliyorsunuz? Eğer, sizin için berberden, maçtan, sizi davet eden ya da size gelen herhangi bir arkadaştan sonra geliyorsa, sakın ola, onu sevdiğinizi falan düşünmeye kalkmayın. İnsanlar bazen kendilerini de kandırır, sevdiklerine.. Ya da şüpheye düşerler, "Ona karşı duygularım, çok karışık.. Seviyor muyum acaba" diye.. Sevginin ve değerin en yanılmaz ölçeği, tercihtir, önceliktir..

"Hadi sinemaya gidelim" dediğinizde, arkadaşınız "Tabii, harika" demeden önce "Ne film oynuyor" diyorsa, hele hele, ardından "Ben o filmi sevmem" deyip, buluşma teklifinizi reddediyorsa mesela, bilin ki asıl sevdiği sinemadır.. Siz değilsiniz.. Siz ancak onun ilgisini çekecek bir film, ve boş bir zamanını bulabilirseniz, onunla buluşabilirsiniz.

Bunun da adı sevgi olamaz tabii..
sevgide önemli olan bir arada olmaktır. Sinema bahanedir, sadece.. düşünün bakalım, sevdiğinizi sandığınız insanın, hayatınızdaki öncelik sırası nedir? En tepede mi?. O zaman gerçekten seviyorsunuz demektir. Ya da şöyle.. Hayatındaki en büyük önceliği daima size veriyorsa, hiç şüpheniz olmasın, en çok sizi seviyor. Onun için en değerli varlık sizsiniz.

Hem kendi karmaşık duygularınızı çözmenin, hem de onun duygularını kesinlikle belirlemenin en şaşmaz yoludur, öncelik testi..
Çünkü en çok sevilen, en önce gelir..

"Benim her şeyimsin" kolay laftır, herkes söyleyebilir. Eğer sizi her şeye tercih ediyorsa, ancak o zaman, her şeyisiniz demektir, gerçekten. Birisiyle ilgili duygularınızdan, ya da onun duygularından şüpheniz varsa, derhal bu "Öncelik" testini yapın, her günkü yaşantınızdan örnekleri hatırlayarak.. Şaşmaz gerçek hemen ortaya çıkacaktır.

Sevgi, bir bakıma, önceliktir, çünkü!

Hıncal Uluç - Sevginin ve değerin ölçüsü.. - 8 Eylül 2007 Cumartesi

Çarşamba, Ağustos 29, 2007

Gül Cumhurbaşkanı


Celal Bayar, Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer’den sonra 5’inci sivil cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül’ün göreve başlaması, Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı. Resmi Gazete’de yayımlanan TBMM kararında “Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nun 28/8/2007 tarihli 6. birleşiminde, Kayseri Milletvekili Abdullah Gül (339) oyla Türkiye Cumhurbaşkanı seçilmiştir” dendi.

Milletimize hayırlı olsun.

Yabancı basının da Gül'ün seçilmesine ilgisi büyüktü. Bazı ilginç manşetler şöyle:

GUARDIAN : KÖŞKE İLK KEZ SECCADE GİRECEK
NY TIMES : ABD’DE SİYAH BAŞKAN SEÇİLMESİNE EŞDEĞER
GULF NEWS : LAİK TÜRKİYE TARİH YAZIYOR’

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek


1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl yaşıyor.

2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.

3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik oranına sahip.

4- Çin'de 44 milyon kadın kayıp.

5- Brezilya'daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.

6- 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti.

7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla bilgiye sahip.

8- AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon, Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla.

9- 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak, 9'unda ise cezası ölüm.

10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor.

11- Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda hayatını kaybediyor.

12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.

13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.

14- Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var.

15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor.

16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.

17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.

18- 15 yaşındaki İngilizlerin yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri sigara içiyor.

19- Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre
üyesi için 125 kişi çalışıyor.

20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.

21- 1977'den bu yana ABD'deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve
taciz vakası yaşandı.

22- Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını
tanıyanlardan fazla.

23- Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.

24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.

25- Amerikalıların üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.

26- 150'den fazla ülkede işkence var.

27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç
kalıyor.

28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.

29- Dünyanın üçte biri savaş halinde.

30- Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir.

31- Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.

32- Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.

33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için
yaşanıyor.

34- Afrika'da 30 milyon kişi AIDS.

35- Her yıl 10 dil ölüyor.

36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.

37- ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.

38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.

39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.

40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.

41- İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un ilk
sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.

42- ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.

43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla
askeri harcama yapıyor.

44- Dünyada 27 milyon köle var.

45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç
haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.

46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.

47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor.

48- Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi,
atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.

49- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.

50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla.

BBC Programcısı Jessica Williams, dünyanın röntgenini çekmiş. Tespitlerini ise "Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek" adını verdiği bir kitapta toplamış.

Kaynak: Vatan Gazetesi

Cuma, Ağustos 03, 2007

İKİ DAMARIN MÜCADELESİ

22 Temmuz’da ortaya çıkan siyasi tablo yarım asırlık demokratik hayatımızın özeti niteliğinde. Tarih tekerür mü ediyordu, yoksa her bakımdan yepyeni, benzeri olmayan siyasi bir vaka ile mi karşı karşıyaydık?

İKİ DAMARIN MÜCADELESİ

AK Parti’ye bu başarıyı getiren dinamikler ve sosyolojik faktörler uzun yıllar tartışılacak. Ancak görünen yüzüyle yeniden iktidar başarısının altında iki şeyi aramak gerekiyor. İlki, Türk siyasi hayatının iki ana damarının mücadelesi. Temelleri 23 Ocak 1913’teki Bâb-ı Âli baskınıyla başlayan, İttihat ve Terakki Fırkası özelinde temsil edilen ‘seçkinci ve bürokratik merkez’e karşı, kökü Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na dayanan, esas olarak da Demokrat Parti ile çerçevesi beliren ‘çevre’nin mücadelesiydi bu. Asırlık çekişmesi bitmeyen bu iki siyasi akım ve tercih, yıllardır Türk siyasetini ve demokrasisini yönlendiren gelişmelerin belki de mihenk taşı. Demokratik gelenek gücünü tekrar göstermişti.

AK Parti’nin 4,5 yıllık iktidarında toplumsal merkeze yönelik icraatlarına, ekonomik ve yönetim reformlarına, 27 Nisan süreci de eklenince o büyük demokratik gelenek bir kez daha tarih sahnesine çıkmış, gücünü göstermişti. Mağrur bir duruşa, sivil ve demokratik siyasete, Recep Tayyip Erdoğan karizması ve liderliği eklendiğinde ‘yeni tarz siyaset’ ve zafer mukadderdi. Siyasetin iki ana damarının mücadele ettiğinin somut delili aslında CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in seçim sonuçlarını mantıksızlık olarak nitelediği cümlelerinde saklı: “Bu kadar sıkıntı çektiğimiz bir dönemde AK Parti oylarını artırabiliyorsa bunda rasyonel olmayan bazı sebepler aramak gerekir.”

BÜROKRATİK REFLEKS VE DARBELER

Türk halkı çok partili sürece geçilen 1946’ya kadar milletvekillerini seçecek kişileri belirlemek için oy kullanabiliyordu. Müntehib-i sani (ikinci seçmen), müntehib-i evveli (birinci seçmen) seçiyor, o da milletvekilini. CHP’li Onur Öymen, halkın AK Parti’ye verdiği oyu ‘mantıksız’ bulduğunu açıklarken demokratik bir intibaha (uyanışa) ihtiyacı bir kez daha çizmiş oluyor. Bürokratik seçkinci merkezin, cumhurbaşkanı seçtirmeme eğilim ve tuzaklarına sandıktan verilen tepki, tam manasıyla halkın demokrasiye sahip çıkması oldu. Ne de olsa müntehib-i evveldi artık.

Çevrenin ya da müntehib-i evvellerin kazandıklarını geri alma refleksi merkezde hep olmuştu. Örneğin merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal yurtdışına yüksek lisans ve doktora için gönderilecek öğrencilerin merkezî sınavla seçilmesini sağlamıştı. Dil şartı aranmamıştı. Bunun anlamı çiftçinin çocuğu da gidebilecek demekti. 28 Şubat’la birlikte bu uygulama sona erdi. Muhafazakârlık kitabının yazarı Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, yaşanan olaylara Şerif Mardin’in kavramsallaştırdığı çevre-merkez teorisi çerçevesinde bakmaktan yana. Merkez, sahip olduğu imtiyazları, ekonomik ayrıcalıkları toplumun çoğunluğu ile paylaşmak istemiyor, çoğunluk yani çevre her zaman merkezin sahip olduğu imtiyazları törpülemeye çalışıyor. “Buna karşı bürokratik refleks devreye girdi, kazanımlar darbelerle geri alındı.”


Kaynak: Aksiyon Dergisi ( http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=28030 )

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Modern Softalar

Taha akyol yazısında bazı günümüz aydınlarını ve sözde cumhuriyet bekçilerini anlatan çok güzel bir yazı yazmış. Yazıdan bazı alıntılar:

Birkaç vecize, birkaç slogan... Bir tek bilim felsefesi kitabı okumamıştır ama 'Aydınlanma mücahidi' kesilmiştir! Akıl ve bilimi rehber aldığını, hurafelerle savaştığını sanmaktadır! Hoffer, bu softa kafalıların Aydınlanma'yı da bir "kesin inanç" haline getirdiklerine dikkat çeker... Ve kaçınılmaz olarak öfkeli, militan, saldırgan bir dil oluşur. Farklı düşünen, davranan herkes "yanlış" değil, "hain"dir, en azından "aymaz"dır, "dönek"tir! Komplo duygusu, ihanet saplantısı, her yeri gizli düşmanların kuşattığı paranoyası, modern softaların bariz özelliklerindendir. Ve giyotinler, zindanlar!En kötüsü, bu softa kafasının, toplumun projeler ve tasavvurlar repertuvarını mahvederek çözümsüzlüğe, bazen büyük iç çatışmalara, felaketlere götürmesidir. 'Hür düşünce' lüks değildir.


Yazının tamamı şöyle:

Softa kafalı kimdir?
Taha AKYOL - Objektif

ZEKİ Pakalın'ın "Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü"ne göre, softa kelimesi medrese talebesi demek olan "suhte" kökünden geliyor. Halk "softa" diyerek bu kelimeyi hem Türk telaffuzuna uydurmuş, hem küçümseyici, hicvedici bir anlam vermiş.
Biraz fıkıh okumuş, bırakın felsefeyi, İslamdaki tasavvufu bile reddeden, hayatın gelişmelerine sırtını dönmüş, 'yarı okumuş' bir medreseli tipi...
Tasavvuf ve tekke edebiyatında, 'halk İslamı' kültüründe "softa"yı hicveden pek çok şiir, nefes ve deyiş vardır; "ham softa" gibi... Hayatın gerçeklerini yaşayan 'cahil' halk, hayatın dışında kendi dar zihin hücrelerinde yaşayan bu 'yarı okumuş' softa tipinden daima daha geniş görüşlü olmuştur.
Modernleşme, din alanındaki softa tipini son derece marjinalleştirdi ama ideoloji fanatikleri ortaya çıktı. Erich Hoffer, "Kesin İnançlılar" adlı kitabında bunları anlatıyor.

Modern softalar

Hoffer'in belirttiği gibi, "kesin inançlı"nın değerler dünyası son derece yalın ve basittir: Birkaç vecize, birkaç slogan... Bir tek bilim felsefesi kitabı okumamıştır ama 'Aydınlanma mücahidi' kesilmiştir! Akıl ve bilimi rehber aldığını, hurafelerle savaştığını sanmaktadır! Hoffer, bu softa kafalıların Aydınlanma'yı da bir "kesin inanç" haline getirdiklerine dikkat çeker.
Her sorun hakkında, araştırmasız, projesiz, basit çözümlere, öğretilere bir softa kafasıyla inanmaktadır:
"Öğretinin etkisi onun anlamından değil, kesinliğinden gelir... Kesin inançlı kişi şaşırmaz, tereddüt etmez. Onun şaşmaz öğretisi dünyanın bütün sorunlarının çözüm yolunu bilir..."
Eh, bütün hayat ak ve karadan ibaretse, onun için savaşırsanız, hayatın bütün öbür renkleri 'kapkara' gibi gözükür, mariz bir düşman duygusuna kapılırsınız.
Hoffer, Hitler'in sözünü hatırlatıyor:
"Bütün Yahudileri imha edersek onları yeniden yaratmamız gerekecektir. Sadece ismen değil, cismen de düşmanlarımızın bulunması esastır..."

Softanın dili
Ve kaçınılmaz olarak öfkeli, militan, saldırgan bir dil oluşur. Farklı düşünen, davranan herkes "yanlış" değil, "hain"dir, en azından "aymaz"dır, "dönek"tir! Lenin, sosyal demokrasinin öncü isimlerinden Kautsky'ye nasıl saldırmıştı? "Dönek Kautsky!"
Robespierre'den başlayarak Jakoben liderleri okuyun, Lenin'i, Stalin'i, Hitler'i, Mussolini'yi okuyun... Hepsi "kesin inançlı" ya da softa kafalıdır. Dilleri saldırgan ve küfürlüdür.
Robespierre "Cumhuriyette sadece cumhuriyetçi vatandaşlar vardır" diye konuşur, "öteki" vatandaşlar "hain"dir!
Stalin, İktisadi Plan'da teknik bir düzenleme yapılmasını isteyen Planlama Komiseri Voznesenski'nin "emperyalistlere satıldığını" keşfedip onu kurşuna dizdirmişti!
Komplo duygusu, ihanet saplantısı, her yeri gizli düşmanların kuşattığı paranoyası, modern softaların bariz özelliklerindendir. Ve giyotinler, zindanlar!
En kötüsü, bu softa kafasının, toplumun projeler ve tasavvurlar repertuvarını mahvederek çözümsüzlüğe, bazen büyük iç çatışmalara, felaketlere götürmesidir. 'Hür düşünce' lüks değildir.
Şimdi şu şifreleri lütfen siz deşifre ederek arkasındaki kafanın niteliğine kendiniz karar verin:
"Liboş, dönek, mütareke basını, mandacı, satılmış, aymaz, işbirlikçi, sapkın, mürteci..."


t.akyol@milliyet.com.tr


Bu yazının Emin Çölaşan ve onun gibi düşünenlere ithafen yazıldığı söyleniyor.

Salı, Mayıs 15, 2007

Kurtlar Vadisinden Köşk Kehaneti

TV'de yayınlandığı dönemde çok popüler olan Kurtlar Vadisi'nin 2 yıl önceki 93. bölümünde 2007 yılında yapılacak Köşk seçimiyle ilgili ilginç bir sahne yayınlanmış.

Diyalog şöyle geçiyor:

-İki yıl sonrayı sorayım sana... 2007... Cumhurbaşkanı seçilecek, oyunu kime vereceksin?

-Ne oyu? Cumhurbaşkanını Meclis seçiyor...

-Ne biliyorsun? Belki seçimle gelecek.

- Sen aday olacak mısın? Olacaksan sana veririm.

- Benim şartlarım müsait değil. Deliliğim o rakama fazla.

- Ne fark eder ha meclis seçmiş, ha millet seçmiş aynı şey.

- Aynı şey değil. Bir arabanın içindeyiz Direksiyon sende, gaz bende, fren Polatta. Bu araba ne tarafa gidecek? Buna kim karar verecek?

- Ne tarafa gidecek?

- Ne tarafa gidecek !.. Patinaj yapıp duracak.

İşte ilginç tahmin...



Gerçekten hayret verici. Düzen yıllar öncesinden kurulmuş diyesi geliyor insanın.

Pazar, Şubat 18, 2007

ÖLÜM

İnternette rastladığım bir sitede kilo, boy gibi bazı bilgileri girdiğinizde sizin tahmini ölüm zamanınız gösteriliyor.

Ölümden kaçmak imkansız olsada, herkesin sağlığına dikkat ederek ömrü uzatacak bazı önlemler almasının faydalı olacağı kanaatindeyim. Bir kaç örnek vermek gerekirse, kilonuzu normal düzeye indirmek bir çok hastalığın oluşma riskini azaltıyor. Ayrıca, kişinin sağlıklı beslenmesi de hastalıkların azalmasında bir etken. Geçenlerde okuduğum ilginç bir makalede ise, çok uyumanın ömrü azaltacağından bahsediliyordu. Uykunun normali 5-6-7 saat olmalıymış ki günlük ortalama bu değerlerden daha fazla uyuyan insanların ömürlerinin azaldığı ve hastalığa yakalanma riskleriniin arttığı tespit edilmiş.

Benim hesaplana ölüm zamanım: 15 Mart 2056. Ayrıca Body-Mass Index'im 26.8 çıktığı için biraz kilo vermem gerekiyormuş.

Siz de tahmini ölüm vaktinizi hesaplamak isterseniz aşağıdaki siteyi bir ziyaret edin derim:

http://www.deathtimer.com/


Pazar, Ocak 21, 2007

Hrant Dink Cinayetinin Düşündürdükleri

Agos Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, uğradığı silahlı saldırı sonucu 2o Ocak 2007de öldürüldü. Bu cinayetin düşündürdüğü çok şey var.

  • 1-) Bu cinayeti kim işlettirdi? Bu soruya cevap verebilmek için kimlerin karlı çıktığına bakmak lazım önce:
    • a-) Ermeni diasporası olabilir. Onların sözde soykırımı ABDye tanıttırma ve Fransada soykırımı reddin suç sayılmasını yasalaştırma çabalarında bu cinayetin onlara tezlerini desteklemede çok yardım edeceği kesin.
    • b-) ABD ve İsrail olabilir. Türkiyenin onların ortadoğudaki işlerine çomak sokmaya başlaması onları şüphesiz çok rahatsız ediyor. Ayrıca kurulması muhtemel bir Kürt devletine doğacak tepkileri azaltmak için, dikkatleri başka yere çekmek de istemiş olabilir. Hele hele bir de bu hafta Kerkük meselesinin TBMMde gizli oturumla görüşülecek olması tesadüf olmasa gerek.
    • c-) Milliyetçi çevreler olabilir. Bu kulağa pek mantıklı gelmiyor çünkü Hrant Dink'in bazı tartışılan düşünceleri olsa da Türkiyenin ermeni tezlerine destek vermesi bu cinayeti milliyetçilerin işlemiş olması ihtimalini azaltıyor.
  • 2-) İddia edildiği gibi Trabzon'da tehlikeli bir milliyetçi oluşum var mı?
  • 3-) Bir ülkenin imajını yerle bir etmek bu kadar kolay mı? Bir tek cinayet bizi dünyada kötü adam konumuna düşürmeye yetti. Farz edelim böyle bir olay İngiltere'de veya Almanya'da olsaydı ne olurdu? Onların da imajı böyle yerle bir olur muydu? Olmazdı elbette. Peki onlarla bizim aramızdaki fark ne? Onlar Avrupaya ait, Avrupalı ama biz oraya ait değiliz. Bizi farklı görmekle kalmıyorlar, küçük de görüyorlar. Onların evrim anlayışında biz aşağı ırkız çünkü biz doğuluyuz, biz müslümanız. Bu yüzden Avrupa Birliğine girebilmemiz için bizim değil Avrupanın değişmesi lazım önce.
  • Son olarak dikkatimi çeken bişi var. Hrant Dink vatan hainliğiyle suçlandığı günlerde, adeta onun Ermeni kökenini vurgularcasına bir çok medya kuruluşu Hrant Beyin soyadını "Drink" olarak zikretti. Şimdi ise cinayet sonrası onun Türklüğünden dem vuran haberler yapılıyor ve soyadı "Dink" olarak kullanılıyor. İlginç!

Pazartesi, Ocak 15, 2007

Orada Bir Köy Var Uzakta

İtalya'nın Manzori Dağları'nın eteğindeki 'La Turchia' adıyla da bilinen Moena Köyü, 323 yıldır hoşgörü örneği sergiliyor. İtalya'nın Moena Köyü'ne sığınan bir Yeniçeri oraya yerleşip, bir de kahraman olunca köyün adı 'La Turchia' diye anılmaya başlamış. Moenalıların en büyük isteği ise mehter takımını görmek.

323 YILLIK EFSANE
Bu şaşırtıcı öykü tam 323 yıl önce başlar. 2. Viyana kuşatması sonrası bir Osmanlı askeri, İtalya'da küçük bir kasabaya sığınır. Ölmek üzere olan bu Yeniçeri askeri, köylüler tarafından tedavi edilir. İyileşince de köyden bir kızla evlenir. Kasaba halkının 'Il Turco' adını verdiği asker, o dönem dükalığın halktan istediği haksız vergilere karşı köyü ayaklandırır ve korur. Kendini ve Türk adetlerini bu yörenin insanlarına öyle sevdirir ki ölümünden sonra bile bu Türk gelenekleri yaşatılır.

HER YIL TÜRK FESTİVALİ DÜZENLENİYOR
Kahraman olarak gördükleri yeniçeri anısına her yıl ağustos ayının ilk haftası düzenlenen 'Moena Türk Festivali'nde belediye başkanı dahil herkes Türk gibi giyiniyor, yeniçeri kıyafetli askerler ortalıkta dolaşıyor. Festivalde, topluluğun en yaşlısı 'Sultan' oluyor ve 'Il Turco'yu temsil ediyor. Yeniçeri askerinin büstünün de bulunduğu meydanda festival iki gün sürüyor.

BAŞLIK PARASI İSTİYORLAR

Moenalılar, Türk örf ve adetlerini öyle benimsemiş ki kız istemeye giden aile başlık parası bile veriyor. Bunun adına da 'töre' diyorlar. Köyden dışarıya gelin giderken 'Alabastia' adlı bir tören düzenleniyor. Bu törende, gelinin dışarıya çıkabilmesi için sultanların izni gerekiyor. İzin toplantısı kız köyden çıkarken yapılıyor. Köyün büyükleri sultan, geri kalanlar ise bir Türk gibi giyiniyor. 323 yıldır etkisinde kaldıkları bir Türk'ün kendilerinde bıraktığı etkileri evlerinde bile görmenin mümkün olduğunu söyleyen Moena Belediye Başkanı Riccardo Franceschetti, "Il Turco'ya dayanan geçmişimize ilişkin kesin bir şey söyleyemeyiz, çünkü bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışma yok. Dedelerimizin babalarımıza anlattığı Il Turco efsanesini bizler de çocuklarımıza inançla aktarıyoruz. Bu festival bizim için çok önemlidir, Türkler gelip buradaki küçük Türkiye'yi görmeli. Kabul etmeliyiz ki aramızda çok güçlü bir bağ var. Bu festivalle bu bağı güçlendirmek istiyoruz. Böylece birbirimizi daha çok ziyaret edebiliriz, bu festival aramızda yeni bağlar kurabilir. Bu tür birlikteliklerle kültürel etkileşime gidebilir, tecrübe değişimi yapabiliriz. Bu platform üzerinde adet ve örflerimizde senteze ulaşabiliriz," diyor.

Moenada bir de Türk caddesi bulunuyor.

Kaynak: Sabah

Kültürümüzün kıymetini hiç ama hiç bilmiyoruz.

Pazar, Ocak 14, 2007

İslamın Avrupada Yükselişi

Der Spiegel dergisi:Eğitimli Almanlar İslamiyet'i seçiyor.

Der Spiegel dergisi, son iki yıl içinde 'bağımsız bir şekilde' İslam dinini seçen Almanların 4 binden fazla olduğunu yazdı

BERLİN
Alman Der Spiegel dergisi, 2004 ile 2005 yılı arasında İslam dinini seçen Almanların sayısında büyük artış olduğunu yazdı.

Derginin bugün çıkan sayısındaki habere göre, Federal İçişleri Bakanlığı'nın finansmanıyla “İslam Arşivi” adlı bir kuruluş tarafından yapılan araştırmada, 2004 ve 2005 yıllarının haziran ayları arasında 4 bin Almanın İslam dinine geçtiği belirlendi.

Bu rakamın, bir önceki dönemden dört kat fazla olduğu bildirildi. İslam Arşivi yetkilisi Salih Abdullah, son yıllara kadar İslam dinini daha çok Müslümanlarla evlenen Alman kadınların tercih ettiğini, ancak son birkaç yıldır Almanlar arasında bağımsız olarak İslam dinini seçme eğiliminin görüldüğünü söyledi.

Berlin'de imamlık yapan Alman asıllı Muhammet Herzog, birçok Almanın Müslüman olmadan önce inançlı Hristiyan olduğunu ve dinlerinden şüpheye düştüğü için İslam'ı seçtiğini belirtti. Din sosyoloğu Monika Wohlrab-Sahr ise din değiştirenlerin çoğunun “başka bir şeyler” aradığını ve “kendi farklılıklarını ortaya koymak” istediğini ifade etti.

Kaynak: Haberpark


İslamiyeti ne kadar kötülemeye çalışırlarsa çalışsınlar, islam=terörizm denklemini akıllara ne kadar kazımaya uğraşırlarsa uğraşsınlar, yine de İslamın yükselişine engel olamıyorlar. Olamazlar da zaten. Aklın yolu bir.

Kürtler Türklerle dosttur

"Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansta konuşan yazar Yaşar Kemal, Türkiye’de milliyetçi kisvesine bürünmüş ırkçılar olduğunu ve “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sözünü dillerine pelesenk ettiğini belirterek, “Bir ülke halkına bundan daha korkunç bir söz edilemez. Türk’ün Türk’ten başka dostu vardır, gizli saklı değildir. Malazgirt’ten bu yana Kürtler Türklerle dosttur” dedi.

TÜRKLERİN DOSTU KÜRTLERDİR
Yazar Yaşar Kemal konuşmasının başında Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te İzmit’te yaptığı “Binaenaleyh, başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu mucibince, zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir..." konuşmasını zikrederek başladı. Türk’ün Türk’ten başka dostu vardır, gizli saklı değildir. Malazgirt’ten bu yana Kürtler Türklerle dosttur. Bu Kurtuluş Savaşı’na kadar sürmüştür. Kimileri yazıyor, söylüyorki Kürtler Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle birlikte olmasaydı, bu savaş zordu. Mustafa Kemal Paşa’nın büyük zekası bu zorluğu alt etti” dedi. Mustafa Kemal’in kongreyi Erzurum’da toplamasının bir nedeninin Kürtler olduğunu belirten Yaşar Kemal, Kürtlerin “Savaş bitene kadar Mustafa Kemal Paşa’nın emrindeyiz” diye bildiri yayınladığını da anlattı.

TÜRK edebiyatının usta kalemi Yaşar Kemal ‘Sevgili milliyetçiler, Türk’ün Türk’ten başka dostu var. Türk’ün Kürt dostu var. Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı böyle kazanıldı. Atatürk, zekasıyla bu zorluğu alt etmiş’ dedi.

“LİGHT” SAVAŞ

Ülkemiz bu savaştan büyük zarara uğradı. Evler yakıldı. İnsanlar ülkenin bir çok yerin dağıtıldı. Faili meçhul cinayetler olağanlaştı. Bu savaş Türkiye’nin belini kırdı. Kendi halkıyla savaşan bir ülke olduk. Bu savaşa 100 milyon dolar gitti diyorlar, doğru değil, giden para daha çok dolardır” dedi.

Kürtlerin barış istediğini ve hiçbir zaman kendilerini azınlık saymadığını kaydeden Yaşar Kemal, Kürtler aleyhine propaganda yapıldığını ancak Türk halkının kardeşliği unutmadığını, bu kışkırtmaya gelmediğini ifade ederek, “Çünkü onlar kardeştir. Hiç kimse onları kardeşlikten ayıramaz. Bin yılın adı var. Birileri iç savaş tetiklemeye uğraştılar” diye konuştu.

Kürtleri dışlayan milliyetçi ırkçıların “Kürt dili yoktur, Türkçe çok şiveli bir dildir, kart kurt dilidir” iddiasını ileri sürdüğünü belirterek tepki gösteren Yaşar Kemal, “Kürt dili zengin bir dildir. Kimse Kürtler Türklerin emrinde diyemez. Yüreğim yanıyor. Dünya binlerce çiçekli kültür bahçesidir. Yetkililer anlamıyor, öbür kültürlere yasak koyunca Türk kültürünü de fakirleştiriyorlar” dedi.

Yaşar Kemalin Türk-Kürt kardeşliği konusundaki düşüncelerini takdir ettim. Gerçekten de çok doğru şeyler söylemiş. Bizi birbirimize kırdırıp, içten çökertmek isteyenlere fırsat vermememiz lazım.

Cumartesi, Ocak 13, 2007

Popstar Kültürü

Bekir Coşkun

Yepyeni Bir yazar oluyorum

BUGÜN itibarıyla yazı stilimi olumlu yönde değiştiriyorum. Bu köşede şöyle başlıklar görürseniz şaşırmamalısınız diyorum:

"Ne yaptın Hülya?.."



İzmir’de popstar elemelerine, sabah karanlığında kuyruğa giren 5 bin kişi katıldı, miting alanı gibiydi orası diyorlar.

Popstar yarışmalarında Bülent Ersoy’un bir erkek yarışmacıyla fingirdemesi müziğin, şarkıların, sanatın önüne geçti biliyorsunuz. Gazeteler "Rezillik" diye başlık attılar ama 5 bin kişi karanlıkta koşuyor. Böyle ilgi duyulan bir demokratik eylem, bir tepki toplantısı, bir hak arama mitingi gördünüz mü? Hayır...

Yine dün Hürriyet’in internet sayfasına baktım, orada "En çok okunan haberler" bölümünde, en çok okunan "g-string" haberiydi. Oysa aynı sayfada; düşen uçaklardan Irak’ta yeni stratejiye... Çocukların geleceğinden küresel afetlere kadar birçok "insani" haber vardı."G-string" öndeydi.

*

Kimi yazarlarımızın niye "bacak arası yazıları" yazdıklarını, kimisinin niye "bar yorumlarına" bayıldıklarını... Kimisinin niye "mürekkep olarak ruj" kullandıklarını, kimisinin niye "ağdacı sohbetlerine" yer verdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum:

Bu milletin yazarı olmak için...

Ve işte ben de başlıyorum, burnumu sokacak bir delik arıyorum.Dikkatle bakıyorum; "Arzu ilerliyor" mu?.. Yazılarıma "Arzu’nun ilerlemesindeki son görüşlerime gelince..." diye giriyorum. Oradan, "Ece’nin poposu konusuna farklı bir bakış"a geçiyorum.

Söylemedi demeyin, yepyeni bir yazar oluyorum...

Bizim halkımıza ne oluyor? Halkımız neden böyle saçma sapan konulara ilgi gösteriyor? Neden popstar gibi programlar, neden 100.000 dolar verme karşılığında patronuyla beraber olan kadının dizileri, neden televoleler reyting rekorları kırıyor, neden posta gibi bir magazin-saçma haber gazetesi Türkiyenin en çok satan gazetesi oluyor? Neden? Neden?

Perşembe, Ocak 11, 2007

Akşam'ın bittiği manşet

Akşam gazetesinin 5 Ocak tarihli manşet haberinde İran-Türkiye doğalgaz anlaşmasında İran'ın anlaşmadaki "Acts of God" maddesini gerekçe göstererek sevkıyatı durdurduğu bildiriliyor. Dalga geçerken gülünecek hale düşme faslından şahane bir örnek...

Önce bu çok neşeli haberin spotlarını okuyalım:

ran kış ortasında gazı kesti, Türkiye'nin gıkı çıkmıyor. Çünkü 1996'da imzaladığımız anlaşmaya göre, mücbir sebepler arasında 'Allah'ın işi (acts of God) maddesi de var...

ran'ın aniden doğalgaz vanalarını kapatmasının nedeni 'mücbir sebep' olarak açıklandı. Türkiye ile İran arasında 1996'da imzalanan anlaşmaya göre doğal afetler, ihtilal, ayaklanma, salgın gibi durumlar mücbir sebepler arasında...

"Fakat bu gerekçelerden hiçbiri yokken gazın niye kesildiği ortaya çıktı: Allah'ın işi... Dönemin Enerji Bakanı Recai Kutan'ın imzaladığı anlaşmanın 14. maddesinde Allah'ın işleri nedeniyle kesinti yapılabileceği hükmü var, "Botaş gaz sıkıntısı yaşanmayacağını açıkladı ama sorun giderilemedi. Çünkü anlaşmadaki Allah'ın işi ifadesi Türkiye'nin elini kolunu bağlıyor."

"Rezalet" nerede mi diye soruyorsunuz? Şurada: Doğru, anlaşmanın "Sevkıyatta sorunlara yol açacak maddeler" faslında "Acts of God" diye bir şey var, ama bunun Akşam'cıların sandığı gibi "Allah'ın işleriyle hiçbir ilişkisi yok. "Acts of God" dünyanın bütün ülkelerinde ve bütün anlaşmalarda geçen standart bir tabir ve "doğal afetler" anlamında kullanılıyor.

Kaynak: Nokta

Yalan yanlış habercilikte son nokta bu olsa gerek... Yok yok Hürriyet'in testis haberini unutmamak lazım.

En çok toprağı CHP satmış

EN ÇOK CHP SATTI

AK Parti'ye yönelik sert muhalefetiyle bilinen CHP'nin en önemli eleştiri konularından birini yabancılara yapılan toprak satışı oluşturuyor. Bu konuda çeşitli soru önergeleri veren ve TBMM'de araştırma komisyonu kurulmasını isteyen CHP, 2006 yılı başında toprak satışını düzenleyen yeni bir kanunun iptali için de Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç, bu konuda açıklama sırasında yabancıların çok büyük araziler satın aldığını savunmuş, “Ülke toprakları ayağımızın altından kaymaktadır” demişti. Koç'un diğer bir iddiası da Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 1984 yılına kadar ülke topraklarının yabancılara satışına izin verilmediğiydi. Ancak Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre, durum CHP'nin iddia ettiği gibi değil. Bugüne kadar yabancılara hangi yıl ne kadar satış yapıldığını ortaya koyan veriler incelendiğinde, CHP'nin tek parti döneminde 41 milyon metrekare, iktidar olduğu çok partili dönemlerde ise 29 milyon metrekare taşınmaz malı yabancı uyruklu şahıs veya şirketlere sattığı anlaşıldı.

MHP-DSP DE SATMIŞ

Yabancılara toprak satışı konusunda 62 yıldır parmağında taşıdığı yüzüğünü vermeye hazır olduğunu söyleyen ve “Parmağımdaki yüzüğü satmaya hazırım. Yeter ki topraklar satılmasın” diyen Rahşan Ecevit ile eşinin koalisyon kurduğu MHP iktidarı döneminde de satışlar hızlı bir artış gösterdi. MHP'nin de her fırsatta kampanyalar düzenleyerek karşı çıktığı toprak satışları konusunda, rakamlar gerçeği ortaya koydu. ANASOL-D hükümeti döneminde 9 milyon 725 bin metrekare toprak yabancılara satıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin il başkanlığı tarafından Bostancı Kültür Merkezi'nde düzenlenen bayramlaşma töreninde yaptığı konuşmada, toprak satışını “vatana ihanet” olarak değerlendirmişti.

ASKERLER BİLE

Genel müdürlüğün ortaya koyduğu veriler, Türkiye'de üç kez yönetime el koyan “askeri yönetimler” döneminde dahi yabancılara taşınmaz satıldığını ortaya koydu. Buna göre, “askeri yönetimler” döneminde toplam 14.5 milyon metrekare alan satıldı.

Kaynak: Yeni Şafak


İşte Türkiyedeki politika anlayışı bu!!! Muhalefetteyken iktidarı toprak satışları konusunda yerden yere vur, ama kendin iktidardayken bunun kat kat fazlasını yaptığını unut.

Yalnız dikkatimi çeken bişi var AK Parti iktidarı zamanında 29.517 tane gayrimenkul satılmış ama bu 15 milyon metrekareye tekabül ediyor. CHP hükümetleri ise sadece 2.208 tane gayrimenkul satmasına rağmen bu 70 milyon metrekareye karşılık geliyor. CHP az ama öz satmış anlaşılan :D