Cuma, Ağustos 03, 2007

İKİ DAMARIN MÜCADELESİ

22 Temmuz’da ortaya çıkan siyasi tablo yarım asırlık demokratik hayatımızın özeti niteliğinde. Tarih tekerür mü ediyordu, yoksa her bakımdan yepyeni, benzeri olmayan siyasi bir vaka ile mi karşı karşıyaydık?

İKİ DAMARIN MÜCADELESİ

AK Parti’ye bu başarıyı getiren dinamikler ve sosyolojik faktörler uzun yıllar tartışılacak. Ancak görünen yüzüyle yeniden iktidar başarısının altında iki şeyi aramak gerekiyor. İlki, Türk siyasi hayatının iki ana damarının mücadelesi. Temelleri 23 Ocak 1913’teki Bâb-ı Âli baskınıyla başlayan, İttihat ve Terakki Fırkası özelinde temsil edilen ‘seçkinci ve bürokratik merkez’e karşı, kökü Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na dayanan, esas olarak da Demokrat Parti ile çerçevesi beliren ‘çevre’nin mücadelesiydi bu. Asırlık çekişmesi bitmeyen bu iki siyasi akım ve tercih, yıllardır Türk siyasetini ve demokrasisini yönlendiren gelişmelerin belki de mihenk taşı. Demokratik gelenek gücünü tekrar göstermişti.

AK Parti’nin 4,5 yıllık iktidarında toplumsal merkeze yönelik icraatlarına, ekonomik ve yönetim reformlarına, 27 Nisan süreci de eklenince o büyük demokratik gelenek bir kez daha tarih sahnesine çıkmış, gücünü göstermişti. Mağrur bir duruşa, sivil ve demokratik siyasete, Recep Tayyip Erdoğan karizması ve liderliği eklendiğinde ‘yeni tarz siyaset’ ve zafer mukadderdi. Siyasetin iki ana damarının mücadele ettiğinin somut delili aslında CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in seçim sonuçlarını mantıksızlık olarak nitelediği cümlelerinde saklı: “Bu kadar sıkıntı çektiğimiz bir dönemde AK Parti oylarını artırabiliyorsa bunda rasyonel olmayan bazı sebepler aramak gerekir.”

BÜROKRATİK REFLEKS VE DARBELER

Türk halkı çok partili sürece geçilen 1946’ya kadar milletvekillerini seçecek kişileri belirlemek için oy kullanabiliyordu. Müntehib-i sani (ikinci seçmen), müntehib-i evveli (birinci seçmen) seçiyor, o da milletvekilini. CHP’li Onur Öymen, halkın AK Parti’ye verdiği oyu ‘mantıksız’ bulduğunu açıklarken demokratik bir intibaha (uyanışa) ihtiyacı bir kez daha çizmiş oluyor. Bürokratik seçkinci merkezin, cumhurbaşkanı seçtirmeme eğilim ve tuzaklarına sandıktan verilen tepki, tam manasıyla halkın demokrasiye sahip çıkması oldu. Ne de olsa müntehib-i evveldi artık.

Çevrenin ya da müntehib-i evvellerin kazandıklarını geri alma refleksi merkezde hep olmuştu. Örneğin merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal yurtdışına yüksek lisans ve doktora için gönderilecek öğrencilerin merkezî sınavla seçilmesini sağlamıştı. Dil şartı aranmamıştı. Bunun anlamı çiftçinin çocuğu da gidebilecek demekti. 28 Şubat’la birlikte bu uygulama sona erdi. Muhafazakârlık kitabının yazarı Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, yaşanan olaylara Şerif Mardin’in kavramsallaştırdığı çevre-merkez teorisi çerçevesinde bakmaktan yana. Merkez, sahip olduğu imtiyazları, ekonomik ayrıcalıkları toplumun çoğunluğu ile paylaşmak istemiyor, çoğunluk yani çevre her zaman merkezin sahip olduğu imtiyazları törpülemeye çalışıyor. “Buna karşı bürokratik refleks devreye girdi, kazanımlar darbelerle geri alındı.”


Kaynak: Aksiyon Dergisi ( http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=28030 )

Hiç yorum yok: