Pazartesi, Eylül 22, 2008

Amerika'dan Alışveriş

MyUs.com isimli bir site sayesinde Amerika'dan kolayca alışveriş yapılabiliyormuş. Desenize artık Amerika'ya giden arkadaşlardan bana şunu al, bunu al diye rica etme devirleri bitecek.
Sitenin adresi: www.myus.com

Amerika'dan alışveriş artık çok kolay!

MyUS.com ile Amerika'daki bütün mağazalar ayağınıza geliyor

ABD'ye giden Türkler en çok ne yapar... Caz konserlerine mi gider? Fotoğraf mı çeker?

Yanlış! Türkler ABD'de en çok alışveriş yapar.

Çünkü ABD'de ürünler hem ucuzdur hem de çok çeşitlidir.

İnternet mesafeleri kısaltıyor, hatta sınırları kaldırıyor. Ama yine de bir takım engeller ile karşılaşılıyor. ABD'deki satıcıların çoğu, aradaki irice okyanusu aşıp kargo yollamak istemiyor. Çoğu kredi kartları internet alışverişinde kabul edilmiyor.

Bu liste uzar da uzar. Lakin;

MyUS.com; çok yaratıcı, yenilikçi ve zekice bir sistem.

MyUS size ABD'den gerçek bir adres veriyor. Bu adresi alıp sizinmiş gibi kullanıyorsunuz. Tabii ki alışveriş sitelerinde. Siparişiniz önce Florida'daki bu adrese gidiyor, oradan da MyUS tarafından Türkiye'deki kapınıza ulaştırılıyor.

İsterseniz MyUS, Türkiye'den gelen siparişleri birleştirip topluca gönderiyor. Böylece kargo ücretinde %70'e varan ucuzluk yakalanıyor.

Ayrıca, prosedürlerle, paketlemeyle ve benzeri bir çok teferruatla uğraşıyor.

Bu kadar da değil..... Kredi kartınız geçmiyorsa, MyUS sizin adınıza alışveriş yapıyor. Siz de havale ya da çek ile MyUS'a geri ödüyorsunuz.

Siparişinizi verdikten sonra, nerede olduğunu internet üzerinden izlemek dışında yapacağınız hiçbir şey kalmıyor.

Keyifli alışverişler...

Salı, Ağustos 26, 2008

Türbanlı Cüzzamlı mıdır? (Balçiçek Pamir)

Balçiçek Pamir, toplumda türbanlı kimselere karşı artan ölçüsüz tepkiyi eleştiren yazısını yorumsuz sunuyorum.

Sahne 1

Bodrum'da bir sahil. İki haşemalı genç kız denize doğru yürüyor. Ne yalan söyleyeyim ben de uzun uzun baktım. Alışık olduğum bir görüntü değil. Bir tanesi yeşil bir tanesi mor üstelik. O sıcakta terlemezler mi diye düşündüm. Bir tanesi yanıma yaklaştı. "Biz" dedi. "Bursa'dan geliyoruz, ilk defa buraya geldik. Sizin de ikizlerinizi görünce benim de 1,5 yaşında oğlum var acaba ne önerirsiniz? Ne yapsak, otelden memnun değiliz nerede kalsak?"

Bir süre sohbet ettik. Sonra ben ikizleri simitlerine oturtup denize girdim.

Sohbet ettiğim genç kadın da kız kardeşi olduğunu sonradan öğrendiğim genç bir kızla denize girdi. O sırada diğer kadınlardan taciz başladı.

Hem de yüksek sesle.

-Şunlara bak, ne biçim kıyafet... Üstelik rüküş.

-Buralara kadar geldiler. Bodrum'un da tadı kaçtı.

-Maşallah hiçbir şeyden de geri durmuyorlar.

Utandım. Öylesine utandım ki sormayın. Biz ne zaman böylesine sert, vicdansız acımasız ve tacizkar olduk? Biz ne zamandan beri insanları kıyafetlerine ve dış görünüşlerine göre yargılar ve idam eder olduk? Hep "Sorun bizi yönetenlerde, aşağıda bir problem yok" demiyor muyduk?

Haşemalı kızlardan biri dayanamadı.

"Niye bize laf atıyorsunuz, ben de sizin gibi tatile geldim. Üstelik ben sizi rahatsız etmiyorum"

Karşıdan cevap gecikmedi.

"Görüntün beni rahatsız ediyor"

Nasıl yani?

Sahne 2

İstanbul Kemerburgaz'da bir site. Sitenin sakinlerini bir telaş almış ki sormayın. Elimde bir mail var. Site sakinleri sitelerine yeni taşınan aileden son derece rahatsız olmuşlar. Neden? Çünkü ailenin "anne"si türbanlı. Diğer site sakinlerine gönderilen mailde "Hemen bir çözüm bulmalıyız deniliyor. Artık buralara kadar geldiler. Nasıl olur da böyle bir aileye ev kiralarlar anlamıyoruz. Acilen bir toplantı düzenleyip "Kimlere ev kiralanabilir" maddesinin üzerinde detaylıca konuşmalıyız."

Kendini bilmez bir site sakini böyle bir mail atmış ne olacak ki...

Diyebilirsiniz.

Ben de öyle dedim. Bu mail bana geleli 2 ay olmuştu.

Taa ki diğer site sakinlerini cevaplarını ve konuyla ilgili önerilen çözümleri okuyuncaya kadar... İnanın öyle öneriler var ki yazmaya elim gitmiyor.

Yine utandım. Hayatımda ilk defa bu kadar net bir şekilde, ait olduğumu hissettiğim topluluktan ne kadar uzaklaştığım fark ettim birdenbire.

Sahne 3

İstanbul Levent'te bir İtalyan restoran.

Dört gün önce...

Saat 21.30'da.

Elele bir çift geldi mekana.

Kadının başı kapalı.

Kenarda bir masayı tercih ettiler.

Bir süre sonra yine taciz başladı.

Bakışlar, yüksek sesle söylenmeler, gereksiz gürültüler.

Bir süre sonra "Bir daha burayı adım atmam" diye mekanı terk edenler bile oldu.

Elimde içki kadehim ağzım açık kaldı.

O çift herkesin elinde içki kadehinden, şortlarımızdan, mini eteklerimizden rahatsız olmadan baş başa bir gece geçirmek için kalkıp restorana geliyor ve biz ne yapıyoruz? Ne yapsın adam hayatını Fatih ve çevresinde mi geçirsin?

Üstelik ortada insan haklarına aykırı bir durum yok mu?

Tekrar soruyorum biz ne zaman bu hale geldik?

Şimdi beni topa tutacak kendi deyimleriyle türban konusunda taraf olan okuyucularıma sesleniyorum. "Elinizi vicdanınıza koyun. Bu yapılanlar ayıp değil mi? Günün birinde türbanlı biri sizden bir yardım isterse el uzatmayacak mısınız? Biz böylesine insanlıktan çıktık mı?

Zaten birilerinin amacı toplumu bölmek, biz böylesine garip insanlar haline getirmek değil miydi? Peki biz niye alet oluyoruz? (Habertürk)

Perşembe, Temmuz 24, 2008

Unutmamalı Unutturmamalı

Ergenekon soruşturması ile birlikte ülkemiz belki de ilk defa devletin içine sinmiş derin devlet pisliğiyle yüzleşme eşiğinde. Generaller, Sivil Toplum Kuruluşu Başkanları, Gazeteciler ... Eğer iddialar doğruysa bu pislik her yere sinmiş görünüyor. Bu pisliği temizlemek de öyle kolay olacağa benzemiyor ama en azından umudumuz şu ki; belki artık bu ülkeyi yöneten gizli güçler bu kadar rahat davranamazlar.

Ergenekon iddianamesinde geçen suçlamalar gerçekten çok vahim. Danıştay ve Cumhuriyet gazetesi saldırıları, Rahip Santoro cinayeti ve hatta iddianame de yer almasa bile Hrant Dink cinayeti ve kim bilir daha ortaya çıkmayan neler... Hepsini bu adamların ülkeyi karıştırıp, halkı hükümete karşı kışkırtmak amacıyla yaptığı iddia ediliyor.

Şimdi Hrant Dink Suikastinde de bazı devlet görevlerinin bariz ihmalleri 'Acaba bu da mı derin devletin işi?' sorusunu akla getirdi. Bu konuyla ilgili Can Dündar çok güzel bir yazı yazmış, buyurun:



Bir ekim günü koşarak gitmiştim Ahmet Taner hocamın evine... Kalleş bir tuzakta öldürülmüştü. Sonradan öğrendim ki, bombalandıktan sonra alev alan araba “söndürme amacıyla”, oradaki bir beton kamyonundan alınan suyla ve üzerindeki kanıtlarla birlikte “yıkanmış“. Bu durum, Jandarma kayıtlarına şöyle geçmiş:
“Yıkama nedeniyle delillerin bir kısmı kaybedilmiştir.”

Daha kanlı Ulucanlar operasyonu yeni gerçekleşmişti.
“Katliam baskın”da 10 tutuklu öldürülmüştü. Operasyon sırasında kaydedilen kamera görüntüleri de kaybedilmişti.
Ve biz, Susurluk’tan beridir bu “kayıp” haberlerinin ardındaki şebekeyle uğraşıyorduk.
O yüzden “yıkama nedeniyle kaybedilen deliller”le “operasyonda kaybedilen görüntüler” aynı elin marifeti gibi gelmişti.

Hrant Dink suikastında da cinayet planını bir muhbirin Jandarma’ya duyurduğu, istihbaratı alan görevlilerin de bunu Trabzon İl Alay Komutanı’na bildirdiği ortaya çıktı. Komutan, ısrarlı uyarılara rağmen önlem almamış, cinayetten bir gün sonra da “saldırının Dink’in son dönemde Türkiye aleyhine yaptığı konuşmalara tepki olarak Ardeşen el yapımı silahla işlendiğini” daha silah ortaya çıkmadan, nedeni anlaşılmadan “bilmiş” ve rapora geçirmişti.


Dönemin İl Alay Komutanı geçen hafta tanık olarak mahkemeye davet edildi.

“İstihbarat toplantısında bu konu gündeme geldi mi?” diye soruldu:
Hatırlamıyorum” dedi Albay...
“Konu iki gün sonra odanızda yeniden açıldı mı?”
Hatırlamıyorum” dedi Albay..,
“Astlarınıza muhbirle görüşme onayı verdiniz mi?”
Hatırlamıyorum” dedi Albay...
“O tarihte Trabzon’da görevli miydiniz?”
Hatırlamıyorum” dedi Albay...
Kızdı hâkim:
“Bir hafıza sorununuz mu var?” diye sordu:
“Herhangi bir sorunum yok” dedi Albay...

Ama onun “Hatırlamıyorum”larını dinlerken biz onu hatırladık:
“Yıkama nedeniyle delillerin kaybedildiği” Ahmet Taner Kışlalı cinayetinde orada, bombalanan arabanın başındaydı. Olay yerinde ilk incelemeyi yapan oydu.
“Çekilen görüntülerin kaybedildiği” Ulucanlar operasyonunu gerçekleştiren de oydu.
Yargılanacağına terfi etmiş ve bu kez de yolu Hrant Dink’in cinayetiyle kesişmişti.
Böyle bir sicil, kimde olsa hafıza sorunu yaratırdı.

Can Dündar - ( KAYNAK )

Salı, Haziran 17, 2008

CHP Türkiyenin Çek Cumhuriyetini Yendiği Maçın İptalini İstedi

Türk Milli Takımımız Çek Cumhuriyetini mucize denilebilecek biçimde gelen son dakika golleriyle 3-2 mağlup edip çeyrek dinale adını yazdırdı ve hepimizi sevince boğdu.

Ancak sanırım sevincimiz kursağımızda kalacak. Kapatma, iptal davaları açmaya alışmış olan CHP bu maçın da iptal olması için başvuru yapacakmış. İşte CHP'nin yaptığı başvuru:

CHP, Anayasa Mahkemesi'ne giderek maçın iptalini talep etmeye karar verdi. CHP, maçın normal şartlarda kaybedilmesi gerektiğini, ancak muhtemelen doğa üstü güçlerin devreye sokularak maçın kazanıldığı intibasının edinildiğini iddia ediyor. CHP'nin başvurusunda Ertuğrul Sağlam'ın eşinden sonra Emre Aşık ve Servet Çetin'in annelerinin de başörtülü olması ve dahası bundan çekinmeden bir reklam filminde oynamaları etkili oldu. Bazı futbolcuların sahaya girerken dudaklarının oynamasından dua etmiş olabileceklerini de dikkate alan CHP yetkilileri, parmakları ve gözleri ile gökyüzünü işaret eden bazı futbolcuların da varlığını iddianameye koymak için bazı gazetelerden resimler toplamaya başladı. CHP, bu galibiyetin aslında yok hükmünde sayılmasını çünkü sanal olduğunu, tıpkı % 47 oyu kimin verdiğinin belli olmaması gibi, bu maçın da nasıl kazanıldığının tek gerçeklik olan pozitivist bilim çerçevesinde açıklanamadığını iddialarına ekleyecek. CHP'nin düşünceokumabilimci yetkilileri, bütün bunların AKP'nin ülkenin şeriat devletine dönüştürülmesi konusundaki düşünceleri ve çabalarının gerçekleşmesinin bir aşaması olarak kullanılabileceğine, bunun da açıkça Anayasa'mızın 2. maddesinde sayılan laiklik ilkesine aykırı olduğuna dikkat çektiler. CHP, konunun doğrudan laiklik ile ilişkilendirilemeyeceği konusundaki iddiaları ise Anayasa Mahkemesi kararlarını örnek göstererek reddetti. Ülkede başıboş bir sevinç fırtınasının ve özgüven artışının laikliğin altının oyulması planlarına zemin hazırlayacağı konusunda endişeleri olan CHP, devlet kontrolü dışındaki gelişmelerin de kontrol altına alınması gerekliliğini, bu bağlamda uluslararası spor organizasyonlarına katılımın da yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurguladı. CHP'nin UEFA için de kapatma davası açılıp açılamayacağı konusunu incelediği, hem iptal davası hem de UEFA için kapatma davası açılması konusunda Parti Genel Sekreteri Önder Sav'a tam yetki ve sadece "no" yazılı bir cep telefonu verildiği de açıklamada yer aldı. ( Kaynak )


Tabi ki bu bir şaka ama CHP'nin muhalefet olarak düştüğü içler acısı durumu çok iyi gösteriyor bence.


Salı, Şubat 12, 2008

Akşamları Ne Yapıyorsunuz ?


Dümdüz bir soru size: Akşamları evde ne yapıyorsunuz?

Koltuğa uzanıp, hiç tanımadığınız Amerikalı detektiflerle, hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz? Yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşanan hayatları mı seyrediyoruz?

Dört saat televizyon seyretmenin sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu biliyor musunuz? İki türlü hayat var:

1. Yaşanan hayat,
2. Seyredilen hayat.

Akşamlarınız televizyona kilitliyse, bilin ki, hayatı sâdece seyrediyorsunuz !
Akşamları evde ne yapıyorsunuz? Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?

"Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz" diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz?

Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki.

Ne çâre ki sâdece bir hayatımız var.
Bu da maalesef, çok kısa.
Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor.

Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim, vesâire...
Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak bir şey kalmaz.
Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız, sayılı nefeslerinizden bir bölümünü çöpe atıyorsunuz demektir! Çünkü televizyon izleyen kişi hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta, hiçbir değer üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır.

Ne mi yapmalı?

1. Âilece kitap okuyun, sohbet edin:
Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü, sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi, düğününüzü anlatın çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın.

2. Gezin:
Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat hayatı paylaşmaktır. Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun ve becerebiliyorsanız taş sektirme yarışına girin. Sonra da güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. (İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir) Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yol boyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin.
(Ama bilin ki hayat öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek, eğlenmek gibi olgular da hayatın bir parçasıdır) Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek dünyanın en keyifli işidir.

3. Akraba ve komşularla ilgi bağı kurun:
Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin. Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki tadı çıksın. Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın. Bilirsiniz ki "Komşu komşunun külüne muhtaçtır."

4. Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın.
(Konferans, seminer, sergi, doğru sinema ve tiyatro) Hayatınızı biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin. Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halk eder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız. "Olmaz ki" diye düşünüp taleplerinizi ertelerseniz, hiçbir yere ulaşamazsınız. Âile bağlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır. Hâtıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz. Her gün bir şeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceğe tarih düşürmelisiniz.

Bugün öyle bir hayat yaşayın ki, yarına da kalsın. Torunlarınıza filan anlatacaklarınız olsun.
Ayrıca unutmayın ki;

Hayatı biriktiremezsiniz; ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz.

Artık cevap gelsin:

Akşamları ne yapıyorsunuz?

Yaşıyor musunuz, yoksa seyrediyor musunuz?

Can Dündar